Kuzuların Sessizliği!
Vardır bu sessizliğin bir sebebi.
Bunda da bir hikmet vardır diyerek, yazımıza geçelim.
Ben yanılıyor olabilirim. Ben ilk kez bir seçim öncesi bu kadar sessizliğin olduğuna şahit oluyorum.
Önceki seçimlerde böyle miydi?
Aday olacak isimler açıklanana kadar, kızılca kıyamet kopartılıyordu.
Hadi muhalefet partilerini bir kenara bıraktım.
Ya AK Parti’ye ne demeli?
Büyükşehri Belediye Başkanı M.Hilmi Güler’in açıklanmasından sonra başta il teşkilatı olmak üzere hiç kimsede çıt yok!
Öyle zannediyorum ki herkes gözünü, kulağını Ankara’ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çevirmiş.
Yine de ben siyaset sahnesinde sessizliğin ortama bu kadar hakim olmasını şuna bağlıyorum: Aday olmak isteyenlerin isimleri netleşmiştir ki herkes adeta kuzuların sessizliği filminde oynuyor ya da seyrediyor gibi hareket ediyor.
Çok değil hafta sonuna kadar aday olacak isimler açıklanır ve sessizliğe hakim olan şehirler hareketlenmeye başlar.
Emekliler ve Adalet…
Bu nasıl bir çelişki, izahı gerçekten de zor!..
Yıllardır şikayet ediliyor ama nedense bu adaletsizliği önlemek için tek bir adım bile atılmıyor…
İşçi emekli maaşları arasındaki farktan söz ediyorum…
Mesela, 2001’de emekli olan bir SSK’lı, tavandan prim ödediği ve gün sayısı
fazla olduğu için asgari ücretin iki katı maaş alıyordu…
Şimdi ise asgari ücretin neredeyse 3’te 2’si eline geçiyor…
Bu durumda olan ve gerçekten de adil bir düzenleme yapılmadığı için mağduriyet yaşayan emeklilerin sosyal medya platformlarında dile getirdikleri tepkiler, adeta yürekleri dağlıyor…
“Ölelim mi?” diye haykıranların içinde bulundukları ruh hali, kabul edilecek gibi değil!..
Sigorta primi tavandan ödenen ve çalışma gün sayısı 8 binin üzerinde olan bir emekli, maaş bağlama oranlarında yapılan değişikliğin kurbanı olarak;
Neredeyse en düşük maaşa yakın bir para alıyor…
Öyleyse bu kişinin, emekli olmadan önce çok çalışmasının ve tavandan prim ödenmesinin ne anlamı kaldı?..
Aynı işte çalışan ve sigortaları tavandan ödenen iki emekliden biri daha çok prim ödediği ve daha çok çalıştığı halde aralarındaki maaş farkı, yüzde 80-90’ı buluyor…
Böyle bir adaletsizlik olacak iş mi?..
Bu ülkede, büyük çoğunluğu yeniden çalışmak zorunda bırakılan emeklilerin feryatlarına kulak vermek, “siyasi” değil, artık vicdani bir mesele olmuştur…
Ekonomik sorunlar olduğu biliniyor elbette…
Ancak, bu sorunu gidermek için böyle bir adaletsizliği ortaya koymak, “Adalet mülkün temeli” felsefesine hiç yakışıyor mu?..
Doğadaki Canlılar…
“Ben insanım” diyebilmemiz için önce doğaya saygılı olmalıyız.
İnsan olanın yaşamda bir çizgisi olmalıdır.
Çizgisi olan insanın tüm yaratılanlara karşı saygısı olur.
Her zaman “Yaratılanı sevelim. Yaratandan ötürü” demesini bilir.
Bu yaratılanın yalnız insan olduğuna hüküm verirse.
Onu rahatsız eden köpeklerin öldürülmesini isteyebilir…
Onun için zor şeydir insan olabilmek!
İnsan: Doğadaki tüm yaratılanlara karşı.
İçtenlikli.
Güvenli.
Hoşgörülü.
Merhametli olduğunu göstermelidir.
Umarım atalarımızdan gelen bu kadim geleneksel bilgileri yeterince anlayabilir ve uygularız.
Tanrının sessiz yaratıkları olan hayvanlara, kısaca doğaya kendisinden onlara ruh üflediğini unutmayalım.
Bizim Kuşak…
Birbirimizle aynı fikirde olmayabiliriz olabilir, aynı fikirde olmamız şart değil.
Ben senin fikrini beğenmiyorum çek git de diyemeyiz.
Kavga çıkarmaya da ne senin ne de benim hakkım var?
Aynı fikirde olalım demiyorum.
Önemli olan farklı fikirlerde olup, birbirimize hoşgörü ve saygıyla yaklaşalım diyorum.
Ülkemizde bu kadar sorun varken, farklı fikirlerde olsak ta, yan yana durabilelim diyorum.
Fikirler birbirleriyle çatışabilir.
Ama çatışan biz olmayalım.
Fikirler olsun.
Bu fikir ayrılığı yüzünden bizim kuşak çok çekti.
Birbirimizin fikrine saygı gösterelim diyorum.
Şimdiki kuşağa 1980 yılı öncesi sağ-sol kavgasını anlatmalıyız.
Saçı uzun diye sağcılar solcuların saçını kesiyordu.
Kızların eteklikleri kısa diye bacaklarına jilet atılıyordu!
Bir taraf diğer tarafı yobazlıkla suçluyor, öbür tarafta koministlikle. Neticede ne oldu?
5000 Üniversite ve Lise öğrencisi birbirini öldürdü.
Kimse vatan bölünsün demedi ki…
Çalışanlar hakça bölüşelim dediler.
Orhan kardeş, Vejdet arkadaş gibi yıllarını hapishanelerde geçirdiler.
Dil ve Kalem…
Kişinin kıymeti dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir.
O dilin sahibinin söylediği sözlerden onun nasıl birisi olduğunu anlarsın.
Yazdığı yazılardan da düşüncelerini öğrenirsin!
“Dilin kemiği yoktur”
İnsanı vezir de eder, rezilde.
İnsan çevresin oluşan güzellikleri, gözüyle görür.
Hayranlığını da diliyle ifade eder.
Pazar sabahları kızaran ekmeğin kokusuyla uyanmak…
Ne büyük bir keyiftir o uyanış ve sonra ki kahvaltı.
İşte sana o kahvaltıyı hazırlayana o gün.
Sevgiyle gönül alan ve sevgini belirten sözle başlamalıdır.
Hayatını paylaştığı kişiye en güzel sözleri söylemelidir o dil.
İşte o zaman yaşamdan zevk alırsın.
Ama o dile her konuda ama her konuda…
Haddini bilmesini öğret. Kİ
En iyi ve başarılı gününde bile, mütevazi olmasını bilsin.
Dürüstlüğünle anılmak istiyorsan da kimseye ricacı olma.
Her şeyden önce dengeli yaşamasını bil.
Erdemli ol.
Bir insanın en büyük zenginliği erdemli olması değil midir?
Dördüncü Kuvvet…
‘’Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tâbi tutulamaz.’’ diyor, Mustafa Kemal Atatürk.
***
Gazetecilik mesleği; ilkeleri gereği ahlak kuralları ve tarafsızlık üzerine kurulmuş, eleştiri yoluyla denetim işlevini ve sorumluluğunu yerine getiren, toplumun aydınlanmasına ve bilinçlenmesine katkı sağlayarak doğru bilgiyi kamuoyuyla paylaşan dördüncü kuvvettir.
Bu kuvvetin muhteviyatı ise demokrasi, özgürlük ve vicdandır.
***
Gazetecilik aynı zamanda zor bir meslektir.
Hele hele küçük kentlerde daha da zordur.
Çünkü herkes birbirini tanır ve tanışır…
Kişinin; işini gücünü, yediğini içtiğini, gelirini giderini, varlığını kaynağını, evini barkını hatta bindiği arabanın modeline kadar o yerde yaşayan herkes tarafında az çok bilinir.
Bu nedenle yerel basının işi yaygın basına göre biraz daha zordur.
Yerelde hangi milletvekili, hangi belediye başkanı, herhangi bir partili, bir müdür veya bir yetkilinin, sahip olduğu statüyü nüfuzuna devrettiği söylenir.
Yakınlarını kollayıp kollamadığı, ihalelere, haksızlığa ve yolsuzluğa karışıp karışmadığı dilden dile gezinir…
***
Mevzu sadece haber yapmak değildir bir anlamda,
Gazeteci işinin devamı için gazetesini de ayakta tutmak zorundadır.
Yazdığı her şahsiyetin ekonomik kumpasına ve kıskacına maruz kalmadan işini yapmalıdır.
Baskılara boyun eğmeden halkın yanında olmalı, doğru ve tarafsız olmalıdır.
Ekonomik yeterliği, hakları, özgürlüğü ve kalemini satmadan, dün olduğu gibi yarında, halkın ve hakkın savunucusu olarak devam etmelidir.
***
Yaşam standardı yüksek, geleceğe güvenle bakabilen bir toplum için; yasama, yürütme ve yargıdan sonra basın dördüncü kuvvettir denir. Bu kuvvettin devamlılığı için basın üzerinde ki baskı asla kabul edilmez.
Basın özgürlüğünün olmadığı yerde doğru bilgiye ulaşma, vicdan ve konuşma özgürlüğünden de söz edilemez.
Hiç bir sebeple tahakküm ve baskıya boyun eğmeden, her gazeteci mesleğinin gereğini yerine getirmeye devam etmelidir…
Güçlü kalemlerle, aydınlık yarınlara…