GÜNAH KEÇİLERİ MÜTEAHHİTLER Mİ?
Yaşanan deprem sonrasında binalar yerle bir olunca en çok suçlanan kesim müteahhitler oldu…
Depremde yıkılan binaların müteahhitleri hakkında ardı ardına soruşturmalar başladı.
Bazı müteahhitler yurt dışına kaçmak üzereyken yakalandı…
Bazıları belki de yurt dışına kaçtı…
Bazıları kaldıkları ikametlerde gözaltına alındı…
Bazıları ise hala aranıyor…
***
Hafta sonu şehrimizde yıllardır faaliyet gösteren tanıdık bir müteahhit ile sohbet ettik.
“Elbette bu meslekte mesleğin görevini yerine getirmeyenler var ve bunlar kusurlarından dolayı elbette cezalarını çekmeli ama tek günah keçisi müteahhitler mi?” diye sordu önce…
Ardından da…
-“Müteahhit yapının finansörüdür. Projeyi çizen mimar, uygulamayı yapan inşaat mühendisi, denetimi yapan yapı denetim, yapının kontrolünü gerçekleştiren belediyenin hiç mi suçu yok bu yıkılan binalarda?” diyerek sapla samanın karıştırılmamasını istedi.
Bence haksız da değil…
KENT MEYDANLARI NEDEN ÖNEMLİYMİŞ?
Deprem bölgesine giden ve orada yaşananlara şahit olan arkadaşları dinliyorum.
Hepsinin ortak görüşü deprem yardımlarının depremzedelere ulaşmasında yaşanan organizasyon bozukluğu…
Bu konu dönüp dolaşıp, şehirlerde büyük kent meydanlarının olmayışına bağlanıyor.
Zira…
Şehirlerde kent meydanları olmadığı için deprem yardımları iki-üç kez aktarımla şehir merkezlerine ulaşabiliyor.
Anlatılanlara göre, yardım tırları şehir girişine kadar geliyor. Burada malzemeler indirilip, daha küçük kamyonlara yükleniyor, bazı yerlerde üçüncü aktarma ile kent merkezine ulaşabiliyor. Bu da zaman kaybına neden oluyor.
Herkesin söylediği “Halbuki kentlerde geniş kent meydanları olsa ve afat sonrası ilk olarak bu meydana geliş ve çıkış yolları temizlenebilse, yardımlar tek seferde şehir merkezlerinin bu meydanlarına direkt indirilir”
Gitmedik görmedik. Yukarıda da söylediğimiz üzere gidip görenlerin söylediklerini aktardık.
Bu da kentlerde geniş kent meydanlarının bu gibi afetlerde ne kadar önem taşıdığını gösteriyor olsa gerek…
Örnek İnsanlar…
İtiraf etmeliyim ki; kimi kötü örneklere rastladığımda ”Ne oluyor bu necip millete” diye söylendiğim oluyordu.
Gerek daha önceki örneklerde, gerekse ülkemin yaşadığı bu büyük felaket sırasında milletimin iyilikte yarıştığını görmek, bu milletin bir mensubu olarak yeniden göğsümü kabartmıştır.
Yüreği insan ve vatan sevgisi ile dolup coşan Milletimle gurur duydum.
Geçtiğimiz akşam millet olarak yine iyilikte yarıştık.
Türkiye’nin her yöresinden olduğu gibi Ordu’dan da iki ismin öne çıktığı yardımlaşmada İş insanı Siyasetçi MHP’li Milletvekili adayı Naci Şanlıtürk göğsümü kabartmıştır. 3.5 Milyon liralık yardımla Ordu’da da hayırsever insanların yaşadığını vurgulamıştır. Kendisine teşekkür borç biliyoruz. Bir Teşekkürü de ALTAŞ şirketler grubuna etmeliyiz çünkü onlarda alın teriyle kazandıklarını paylaşımdan kaçınmamıştırlar çok önemli bir rakamı bağışlamışlardır.
Böyle bir yazıda Teşekkür olurda sitem olmazmı.
Sitemimim attıklarında mangalda kül bırakmayan sarışınlara yüzbinlerce liraya taşlı yüzük alanları o akşam görmedik onun içinde üzülmedik.
Helal Olsun Bu REKTÖRE!
Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başkasını takmam diyerek makam odasında bulunan REİSİNİN fotoğrafının yanına yapışarak verdiği mesajla başta Milletvekilleri Vali ve bürokratlar olmak üzere herkese kafa tutan Ordu Üniversitesinin Profu Ali Akdoğan sonunda muradına erdi ve Eğitim Araştırma Hastanesinin çalışkan herkes tarafından sevilen sayılan Başhekimi Doç. Dr. Hakan Timur’un görev aşkı ve heyecanını bitirerek a görevinden ayrılmasına vesile oldu.
Ben şahsen Rektör Akdoğan’a helal olsun diyorum başta partisinin Milletvekillerini muhalefetin Milletvekilini ve dahası bu şehrin valisini dinlemeyip adeta meydan okumasına bende şapka çıkardım!
Şimdi bir başka konu ise Başhekim Hakan Timur’un yerine yapılacak atamanın Rektör tarafından bizzat yapılacağı söylentileri.
Yani Şıracı Bozacı meselesi gibi bir atama olacak bekleyip göreceğiz.
BEKİR HOCA ve PAPAĞAN
Bekir Hoca’ya sormuşlar “Papağanın neden öldü?” diye sormuşlar.
Bekir Hoca’da “Evlendim de ondan” demiş.
“Seni kıskandığı için mi?”
Bekir hocada demiş ki;
“Yok canım ne kıskanması, Fadime konuşmaya başlayınca papağana fırsat kalmadı kahrından öldü.”
4 MUMUN HİKAYESİ…
Ortam çok rüzgârlıydı. Bir odada 4 tane mum usul usul yanıyordu. Ama ortalık o kadar sessizdi ki, mumların konuşmaları duyabiliyordu…
Birinci mum,
” Ben Barış’ım! Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor. Sanırım yakında söneceğim” dedi. Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü…
İkinci mum:
” Ben Vefayım. Bir zamanlar çok değerliydim, vazgeçilmezdim. Ama şimdi kimse beni hatırlamıyor’ dedi, Sözlerini tamamladığında, esen rüzgâr onu da tamamen söndürdü…
Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle konuştu: ” Ben Sevgi’yim! İnsanlar beni unuttu, değerimi hiç anlamıyorlar. En yakınlarını bile sevmeyi unuttular.” Dedi, sönüp gitti…
Ansızın, odaya birden küçük bir çocuk girdi ve üç mumun da yanmadığını gördü. Üzgün ve ağlamaklı bir sesle ” Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu?” dedi. Ağlamaya başladı…
O zaman dördüncü mum dile geldi: ” Korkma, ben hala yanıyorum. Ben yandığım sürece öteki mumları da yeniden yakabiliriz, ben Umut’um’ dedi…’
Duyduklarıyla sevinen çocuk, gözleri mutlulukla parlayarak, UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı…
Evet, çok ama çok zor günler yaşıyoruz. Yine de umudumuzu yitirmemeliyiz, o mumu söndürmemeliyiz…