DOLAR
Alış:
Satış:
EURO
Alış:
Satış:
GBP
Alış:
Satış:
Geçmişten Bir ANI…
Adliye muhabirliği çok renkliydi bizler için…
Bugün mesleğin eskileri arasında yer alan Erol Karaer,Erdoğan Erişen, Can Acar Adliye salonlarının yakından tanıdığı isimlerdi.
Adliye Muhabirinin görevi her gün mahkemelerdeki davaları takip etmek ilginç haberleri gazete sayfalarında okuyucu ile buluşturmaktı.
İnternet, Yerel televizyon ve radyolar olmadığı için gazetelerin okunma oranı çok yüksekti günden 1000 satan yerel gazete vardı.
Adliye’ye sabah girer akşam çıkardık.
Bazen gece yarılarına kadar süren davalar olurdu.
Duruşma aralarında kaleme giderdik çayımızı ismarlatır içerdik. Ceza mahkeme kalemleri personeli gibiydik.
Salonlarda Avukatlarla sohbetler olur, ayak üstü bir şeyler içilirdi.
Biz gazeteciler ve Avukatların yanı sıra Hakim- Savcı stajyerleri de sohbete katılırdı.
Adliye muıhabrliği anıları kolay kolay unutulmuyor.
Bir gün bir Hakim stajyeri ile tanıştık mahkeme kapısında…
Zehir gibi hareketli bir genç
Esprileri olsun, diksiyonu olsun tam bir ateş parçası anlayacağınız.
Hakim ya da Savcı olmak istemesine bir türlü anlam verememiştik.
Üzerinde taşıdığı vasıflara baktığımızda bu genç adeta Avukat olması için yaratılmıştı.
O yıllarda Avukat sayısı bu günkü gibi çok sayıda da değildi.
Hemen hepsi iyi kazanıyor, bazıları ise yüksek kazançları nedeniyle vergi rekortmeni oluyordu.
Sonra dayanamayıp sorduk bu durumu kendisine.
-“Niye Hakim ya da Savcı olmak istiyorsun ki? Senden çok iyi Avukat olur. Bu açıkça görülüyor. Avukat olsan, bir davadan alacağın para Hakim ve Savcı olduğunda bir yıllık maaşından daha çok olur. Böyle bir fırsat varken Hakim ve Savcı olmayı neden ister insan?” diye.
Önce “Benim babam yoktu, fakirlik vardı ve beni birileri okuttu.” Dedi.
Ardından da…
-“Şimdi o birileri benim Hakim ve Savcı olmamı istiyor. Aslında ben de Avukat olmak isterim. Söylediklerin doğru ama hoca efendiler böyle istiyor. Yapacak bir şey yok” demişti.
Şok olmuştuk.
-“İyi güzel de…Seni buna zorlayanlar ilerde senden yapılamayacak işler de ister ama” dediğimizde ise başını önüne eğmişti genç Hakim stajyeri. “İsterlerse de çaresiz yapacağız” anlamına gelen bir tavır hissetmiştik
Anlaşılan o ki, cemaat denilen örgüt o ve onun gibi yetiştirip, yenleştirdikleri insanlardan yapılamayacak işleri istediler, olanlar da bu istenenleri anında yaptılar.
Hem de kanun ve nizam gözetmeksizin…
Üstelik ülkenin dibine dinamit koyma pahasına işi darbe yapmaya kadar götürdüler.
“Cemaat” denilen o hain yapılanma yıllar boyu adeta nakış gibi örerek devletin tüm kurumlarını istila etti.
En son devlete el koyma, rejimi yıkma ve kanlı bir süreç başlatmak suretiyle ülkeye el koymaya kalktı.
Neyse ki millet iradesi göstermiş olduğu direnç ile bu hain planı bozdu.
Ancak, şu cemaatler meselesi ile ilgili olarak hala bir ders çıkartılıp çıkartılmadığından emin değiliz…
Yaşadığımız onca olayın ardından hala, “en iyi cemaatin cami cemaati olduğunu” idrak edebildik mi?
Hiç zannetmiyoruz.
Hatta…
Gidenin yerini yenileri almaya başladı sanki…