DOLAR
Alış:
Satış:
EURO
Alış:
Satış:
GBP
Alış:
Satış:
Bir Yazı ve Öykü…
Sahi merak ederim hep, ilişkiler Bu kadar keskin mi ?..
İyi ya da kötü mü, güzel ya da çirkin mi tarifler?..
Değer yargılarında böylesine anlatımlar, gerçeğin ortaya çıkmasıyla pişmanlık duygularının önüne geçmiyor mu?..
Böyle durumlar, “Özür” dilemeyi zorlaştırmaz mı?..
Mesele, “kötü”de iyiyi, “çirkin”de güzeli yakalamaktır!..
Ön yargılar; siyah-beyaz kadar net olduğunda, her iki renkteki onlarca tonu
görebilmek mümkün müdür?..
Yani, “kötü” diye tanımlanan kişiye; günün birinde “iyi” demek zorunda
kalmak da var işin içinde…
Tersi de olur elbette…
Eskiler; keskin sirkenin küpüne zarar verdiğini boşuna dememiş ya!..
Uzatmayayım da
Hz. Mevlana’nın öyküsüyle sizleri baş başa bırakayım…
***
Bir padişah, ucuza iki köle satın almıştı. Onlardan biriyle biraz konuştu. Onu anlayış sahibi, zeki ve tatlı sözlü buldu. Köle düşünmeden öyle sözler söylüyordu ki, başkaları belki beş yüz defa düşünmeden söyleyemezdi.
Bunun üzerine padişah ikinci köleye de
“Buraya gel” diye emretti.
Köle geldi, fakat dişleri kapkaraydı, ağzı da kokuyordu.
-Seninle uzaktan konuşmak gerek, dedi padişah, “Biraz ileride dur. Şimdi birkaç hikaye anlat da dinleyelim.”
Öteki köleye de
” Hamama git de yıkan” deyip onu gönderdi.
Sonra kara dişli köleye dönüp,
–“Sen akıllı birisin” dedi, “Yüz köleye değersin. Arkadaşın senin hakkında çok kötü sözler söyledi, fakat sen hiç de dediği gibi değilsin. O hasetçi, az kalsın beni senden soğutuyordu. Senin hırsız, ahlâksız, münasebetsiz, doğru olmayan bir adam olduğunu söyledi.”
–“Padişahım” dedi köle,“O, daima doğruyu söyler. O adam beni kötü biliyorsa, aslı yoktur diyemem. Olabilir ki bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir.”
–“Şimdi sen de onun ayıplarını söyle” dedi padişah, “Söyle ki senin başkalarına karşı samimi olduğunu bileyim.”
–“Kusurlarını söyleyeyim: Sevgi, vefa, insanlık, dürüstlük ve dostluk. En önemsiz kusuru ise cömertliktir. Bir kusuru da kendisinde kusur arayıp durmasıdır. Kendi ayıbını arar, herkesle dosttur da kendisiyle değildir.”
Padişah, “Arkadaşını bu kadar da övme! Onu imtihana çekersem ileride utanırsın” dedi.
–“Allah’a yemin olsun ki, arkadaşım benim söylediklerimden yüz kat üstündür. Ben bildiklerimi söyledim.”
–“Şimdi de kendinden bahset! Sen ne elde ettin? İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, yoksa eşeklikten mi? Araz bir anlıktır, baki kalmaz, yok olur gider. Bostan ekmek arazdır, mahsul cevher. Senin o köleyi övmen arazdır.”
–“Padişahım, arazlar, başka bir surete bürünür, tebeddül eder, başka bir şekle bürünüp var olur. Evlere, köşklere bak, bunlar mühendisin tasavvurlarından başka bir şey değil. Mühendisin zihnindeki o araz, o düşünce alet ve edevatı hazırladı, binayı var etti.”
Padişah, ” İyi ama, arazın kendisi bir cevher haline gelmedi ki” dedi.
–“Bu, iyilik ve kötülük apaçık bilinmesin diyedir. Padişahım, eğer fikirlerin şekil ve suretleri olsaydı, küfür ve iman apaçık alında yazılırdı. O vakit bu dünya kıyamet kesilirdi. Kıyamette kim suç işleyebilir?”
– Allahu Teala bunları gizledi, ama avamdan, seçtiklerinden değil. Ben bir emiri tuzağa düşürmek istersem diğer emirlerden gizlerim, fakat vezirden saklamam.
– Olanı biteni bildiğinize göre, beni konuşturmaktan maksadınız nedir?
– Sırrının açığa çıkması için…
Diğer köle hamamdan dönünce, padişah onu da huzuruna çağırttı:
– Çok güzel bir görünüşün var, fakat bir de öbür kölenin anlattığı kötü huyların olmasaydı.
– Padişahım, dedi köle, o dinsizin hakkımda söylediklerini lütfen anlatın!
– İlkin ikiyüzlülüğünden bahsetti. Görünüşte bir deva, fakat gerçekte bir dertmişsin!
Köle, dostunun ihanetini bu şekilde padişahtan duyunca
öfkeye kapıldı, yüzü kızardı. Dedi ki:
– O önceden benim dostumdu. Aç kalmış köpek gibi pislik yerdi.
Köle, açtı ağzını yumdu gözünü. Bir yığın böylesi laf söyledi. Padişah elini ağzına götürüp:
– “Yeter” dedi, “Bu sınamayla seni de onu da tanıdım. Onun ağzı, senin gönlün kokmuş. Uzakta dur, o amir, sen ise memursun!”