DOLAR
Alış:
Satış:
EURO
Alış:
Satış:
GBP
Alış:
Satış:
Mutlu Azınlık…
Nerede o hepimizin özlemle andığı o eski günlerin toplumu?..
Bu sorunun yanıtını doğru biçimde verebilmek için önce, bu hale
nasıl geldik ya da getirildik onu irdelemek gerekir…
Önce şu soruyla başlayalım…
Bizi, biz yapan ve başka milletlerden farklı kılan değerleri, adeta bir “katalizör” gibi başkalaştıran o güçlü şey neydi?..
Merhametin, sevginin, saygının ve sonunda daima iyilerin kazandığı yerli filmler yerine rüya gibi yaşantıların konu edilip, izlenme rekorlarıyla pompalanan diziler miydi?..
Kaynağı belli olmayan zenginliklerinin ihtişamını sosyal medyalarda paylaşan görgüsüzler miydi?..
Dün bisiklet almaya parası olmayıp, bugün 20-25 milyon liralık ciplerle
Varlıklarını büyütenlerin toplumda oluşturduğu özenti miydi?..
Bir avuç insanın her türlü namussuzluğu yaptığı bilinmesine rağmen
toplumun belli kesimince gördüğü yapmacık muamelenin büyüsü müydü?..
Her kapıyı açan sihirli maymuncuğa dönüşen ve kirlisine temizine bakılmayan paranın her alanda egemenliği miydi?..
Toplumu erozyona uğratan mesele buysa eskiden de zenginler vardı…
Onlar için “Mutlu azınlık” diyorduk!..
Bir de “orta tabaka” tanımı içinde yer alan ve helal kazancıyla geçimini sürdüren esnaf, memur, işçi, köylü ve emekliler vardı…
Toplumun “orta direğiydi” bu tabaka…
O zaman da “fakir” vardı…
Ama “asalak” değil, onuruna düşkündü…
Bugün de böyle el avuç açmadan kıt kanaat geçinmeye çalışan
fakirler çoğunlukta…
Ancak, sokakta dilenenler onlar değil!..
O yıllarda hiç kimse bir başkasının ne giydiğine ne de içtiğine bakardı…
Tıpkı, yamalı pantolon, tornistan ceketle okula gidildiği gibi…
Asıl mesele, “temiz” olmaktı…
Eskinin zengini de bir başkaydı, doğrusu…
Büyük çoğunluğu, sonradan görme değildi…
Ya alın teri ve emek ya da miras yoluyla kazanılan bir servetin sahibiydi
onlar…
Farklı kazanç sağlayanlar da böylesine aleniyet içinde olamazdı…
O zenginlerin çocukları da renkli dünyalarda şaşaalı yaşamıyordu…
Ayrıcalıkları da sadece mahremlerindeydi…
O da zaten kimseyi ilgilendirmiyordu…
“Özel hayat” kavramı, işte böyle bir şeydi…
Toplumun her kesiminde kahir ekseriyette, saygı ve sevgi hakimdi…
Ve bu değer yargıları içinde hırsıza uğursuza, tefeciye karaborsacıya,
devlet malına çökmeye çalışana
iyi gözle bakılmazdı…
Namuslu davranmak bir meziyet değil, olunması gereken şeydi…
Hey gidi günler, hey!..
Uzun yıllar içinde yaşanan bu olumsuz süreçle, mutsuzluğun girdabına düştük!..
Ne içilen suyun ne yenilen ekmeğin ne sohbetin ne de dostlukların tadı var…
Ne yazık ki bu girdaptan kurtulmak için bir çaba da yok!..
Yılgınlık ve bıkkınlık, kara bulut gibi çöktü, toplumun üzerine…
“Hesap günü” yerine varsa yoksa “bugün”…
Yarın, “Allah kerimdir”!..
Allah’tan korkan kuldan utananların azınlık durumuna düştüğü
toplumdaki bu çürümüşlüğe rağmen ülkede, milli ve manevi değerleriyle yaşadıkları sıkıntıları bir imtihan olarak görüp, komşusu açken tok yatmayan, paylaşma ve yardımlaşma duygusuyla el uzatmaya koşan, helal ve haram kavramlarını yaşam biçiminde olmazsa olmaz yapan, kamu malını da adeta Hz. Ömer gibi koruyup kollayan insanlar var!..
Vatan, millet, devlet ve bayrak aşkına şehitlik mertebesinin yüceliğini yüreğinde taşıyan milyonlarca yiğit de var, bu memlekette!..
“Selam olsun” onlara…
Allah, bu devlete ve millete de zeval vermesin, diyoruz;