Bunları da Sen Yaz!
Sonunda bizim mesleğin içine ettiler klavyede adını yazamayanı MEDYA Mensubu yaptılar!
Yazdığım yazıları beğenmiyor iktidara çanak tutarmışım onu yazıyor..
Peki kabul ediyorum madem bizim mesleğe göz kırptın haydi kalem sende….
Bir zeytinyağı tenekesinin 130 TL olduğunun haberini sen yaz.
Gübre, mazot fiyatları cep yaktığı için üretimden vazgeçen çiftçinin haberini sen yaz.
Ne odun ne kömür almaya parası olmadığı için kışı battaniye altında geçirenlere karşılık makam odalarını altın yaldızlarla yenileyenlerin haberini sen yaz.
Otobüse bile binmeyi külfet sayıp yürüyenlere karşılık trilyonluk makam arabası alanların haberini sen yaz.
Yüzlerce gecekondunun fatura gideri bir sarayın elektrik faturasıyla aynı olduğunun haberini sen yaz.
Sen de gerçekleri yaz; ama öyle bir yaz ki kalemin titremesin. Öyle güçlü, öyle kuvvetli yaz ki O’cu, Bu’cu, Şu’cu diye itham edilme. Öyle kitabın ortasından yaz ki bu gerçeklerin ağırlığına biraz da sen omuz ver. Uyan yahu senin görüp yazdıklarınla bu ülkedeki vatandaşın yaşadıkları arasında uçurum fark var. Sen yaz paşam vallahide billahi de en başta ben alkışlayacağım. Senin bana yaptığın gibi ben sana ‘öteki, hain’ demeyeceğim. Senin bana yaptığın gibi seni aptal yerine koyup, karşında durmayacağım. Helal olsun garibanın sesini duymuş, diyeceğim. Gurur duyacağım seninle ve yeniden umutlarım yeşerecek, bir olduğumuza, birbirimize omuz vererek ayağa kalkacağımıza inanacağım.
Menfaatler uğruna gerçeklerin üstüne toprak atarsak yarın toprağın altında hesap büyük olur bari sen bunu da unutma…
SEVGİ ve SEVMEK!
Yarın 14 Şubat Sevgililer Günü…
Kontrolsüz sevgide kontrolsüz güç kadar tehlikeli ve zehirlidir. Körü körüne sevmek hataları da beraberinde getirir. Siyaset dili nedeniyle kutuplaşan toplumda; aynı ideolojiye sahip olmayanlar bir araya gelmişse kontrolsüz sevgi nedeniyle tehlike çanları çalmaya başlıyor. Sonu maalesef arbede ve istenmeyen söylemler. Her zaman ifade ettiğim ve inandığım bir şey var oda şu; başarısını alkışlamadıklarınızın hatasını eleştirmeye de hakkınız yoktur. Ya objektif olun ya da hiç olmayın.
Kıssadan hisse merhum gazeteci yazar Uğur Mumcu, “Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar” demiş…
Tarihe Not Düşelim…
Yani, işi öyle sağlama almışlar ki,
bu şartname sadece adres değişikliğiyle değil, kişi tarifiyle de “adrese teslim” edilmiştir!..
“Millet takipte” dedik!..
İnsanlar, en küçük ayrıntılar içinden yanlışları çekip ortaya seriyor…
Tıpkı, şartnamenin ilgili maddesinde olduğu gibi…
Meslek hayatımızda, ihale şartnamelerinde çokça “adrese teslim” maddeler görmüştük
ama bu kadarını da değil!..
Bu aleni “adrese teslim” ihaleye olan tepkiler; “Alemi kör, milleti sersem” sanan zihniyete,
vatandaşın her şeyin farkında olduğunu bir kere daha göstermiştir!..
Söz uçar, yazı kalır!..
Biz de bu yazıyla; böylece tarihe not düşmüş olduk!..
Gün gelir de birileri de “Neden?” sorusunu sorar, diye…
Fırsatçılara GÜN Doğdu!
Bizleri bilenler bilir bugüne kadar hep işin siyaset değil, ekmek tarafındayız!..
Bu ekonomik sıkıntıdan, fırsatçılar dışında herkes rahatsız değil mi?..
Öyleyse iktidar ve muhalefet top yekün bir mücadele planı içinde yer alsa
ve halkın cebine göz dikmiş fırsatçılara karşı aynı frekansta buluşsa olmaz mı?..
Bu milletin cebinden parayı çekenler, her türlü atraksiyonun içinde…
Büyük paralarla, büyük oyunları tezgahlayanları yargı önüne çıkarmadıkça;
onlar bu milleti soymaya devam edeceklerdir!..
Para değil, hapis cezası gerekir!..
Çünkü onlar para cezasına çoktan razı…
Elbette adil yargılamayla…
Bilmem anlatabildim mi?..
İnandır Artık!
Genç çift evlendikten sonra yataklı tren ile balayına çıkarlar…
Tren, gidecekleri tatil kentine doğru, karanlığı yara yara hızla gitmektedir…
Genç çift düğün yorgunluğunu attıktan sonra sohbet etmeye başlar…
Gelin: Ay biz şimdi evlendik mi?
Damat: Evet hayatım, artık evliyiz.
Sohbetin üzerinden yarım saat geçer…
Gelin yine lafı aynı yere getirir:
– İnanamıyorum. Biz evlendik.
– Evet hayatım, evlendik.
Aynı muhabbet 3-5 kez daha devam eder…
Artık gece yarısı olmuştur…
Gelin yine atılır:
– Aşkım evlendiğimize hâlâ inanamıyorum!
Damattan önce yan kompartımandan bir ses gelir:
– Kardeşim, inandır artık da biz de uyuyalım!
Gel de yazma bakayım!
Cuma namazında hutbeden imam efendi; “Falanca mahallenin camisinin inşaatına para toplanacak, boş geçmeyin” diyerek yine dilencilik yapınca “Gel de yazma” bakayım.
Hem de sözü edilen cami inşaatının 7-8 yıldır devam eylediği o mahallede devlete hatırı sayılır ihale bedelli müteahhitlik hizmetleri yapan onca zengin var iken!
Bu alem için Peygamberimizin; “Bütün yeryüzü benim ümmetim için mescit ve temiz kılınmıştır” buyurduğu, Allah’ın gök kubbesi tüm haşmeti ile yerinde dururken, kulun yaptırdığı beton kubbelerin bu denli çoğalmasına, bunlardan böylesine medet umulmasına gerek olmadığını bir kere daha gel de yazma bakayım!
Yani bu ülkede yeterinden de çok fazla cami olduğunu, safları doldurmak için gereken cemaatin azlığı nedeniyle de, adeta israf sayılabilecek atıl kapasite bile oluştuğunu…
Birçok yerde 500-600 metre ara ile 7-8 cami bulunduğunu, bu nedenle de cemaatin oluşmasına değil, ayrışmasına katkı sağladığını gel de yazma bakayım!
Ezcümle, söz konusu cami ve cemaat olduğunda öncelik şu iki tercihten hangisinin olacaktır, olmalıdır:
Cemaat için cami mi?
Yoksa cami için cemaat mi?
Amaç Allah’ı (cc) unutmamak ve O’na varmak olduğuna göre sahih cemaat için zaman ve mekân önemi de yoktur, sorunu da…
Çünkü Cenab-ı Allah; “Doğu da batı da Allah’ındır. Yüzünüzü nereye dönerseniz Allah oradadır” (Bakara-115) buyurarak zaten düşünüp irade kullanıp kulluk eylemek isteyenlere de yol yordam göstermemiş mi?