DOLAR
Alış:
Satış:
EURO
Alış:
Satış:
GBP
Alış:
Satış:
MARİFET…
Türkiye’de belirli aralıklarla deprem olur!
Yıkılan binaları görürüz enkazların altında hayatlarını kaybedenlere üzülür, enkazların altından sağ olarak çıkartılanlara ise seviniriz.
Devlet olay yerine gelerek sıcağı sıcağına “gereken her imkan sarf edilecektir tüm yaraları saracağız” açıklaması yapar.
Ülkede maddi manevi yardım seferberliği başlar.
Sonra ekran kuşları olan depremden depreme ortaya çıkan uzmanlar “Bu depremin olacağı belliydi. Yeni depremler de olacak” diye uyarı niteliğinde ahkam kesmeye başlarlar.
Devlet görevlileri anında deprem bölgesine gidip “yaralar sarılacaktır” açıklamasını tekrarlar.
Bazıları çıkar “Deprem ilahi ikazdır.” falan diye saçmalar.
Deprem bölgesine çadırlar gider, giysiler gider, yiyecekler gider.
Deprem olduktan sonra yapılan kurtarma ve yardım çalışmalarıyla övünürüz günlerce.
Sonra da unutuveririz o yaşadığımız acı ve korku dolu günleri.
Ölen öldüğüyle, yaralanan yaralarıyla, psikolojisi bozulan yaşadığı o korkusuyla kalıverir bir başına…
Halbuki deprem olduktan sonra enkaz altından birkaç kişiyi sağ kurtarmak değildir marifet.
Marifet, öncesinde aldığın tedbirlerle, deprem olsa dahi bütün insanların hayatını kurtarabilmektedir.
Kısacası…
Deprem olduktan sonra her şeyi yaparız da, deprem öncesi bir şeyler yapmak, er geç yine olacak depremlere karşı hazırlık yapmak hiç tarzımız değildir.
Yaşadığımız her deprem, yitirdiğimiz her canlara rağmen bir türlü Akıl, Bilim ve Vicdan yolunu seçmeyiz.
Dahası…
Akıl, Bilim, Vicdan ve en önemlisi Ahlak sahibi olan Japonya’da 9 şiddetindeki deprem tek kişiyi bile öldürmezken, “Neden acaba?” diye sorgulamayız.
Biz her zaman ve her olayda olduğu gibi, ilk yapacağımız işi son yaparız.
Deprem öncesi, depreme karşı tedbir almak yerine, deprem sonrası yaptıklarımızla övünmeyi severiz…