Ordu’da ATEŞ Bacayı Sarmış!
Kim ne derse desin, Ordu sadece Karadeniz’in değil Türkiye’nin doğa güzelliği ve huzurlu olması anlamında gerçekten yaşanacak güzel bir şehir ; havalar güzel olunca her şehirde olduğu gibi parklarımızı, bahçelerimizi, sokaklarımızı ve sahilimizi doldurmak istiyoruz. Ama şimdi bunun zamanı değil. Çünkü, Ordu gerçekten yanıyor. Ordu’da ki yangının kırmızı alevini görmemek, renk körlüğünden başka bir şey olabilir mi? Ordu’da ateşin bacayı sardığını hepimiz görüyoruz ama kimse bir şey yapmıyor. Hala maske takmıyoruz mesafeyi dikkate almıyoruz üztelik kucak kucağa oturuyoruz, üstelik hala bu işi şaka zannediyoruz, hiçbir şeyi umursamıyoruz ve göstermelik tedbirlerle yolumuza hız kesmeden devam ediyoruz. Bir büyüğümüzün dediği gibi değil ama bir büyüğümüzün demediği gibi Ordu’da daha çok test yapılmalıdır. Ordu’da hiçbir şekilde sokakta olmaması gereken insanlarımız bir an önce izole edilmelidir. Sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde örnek olması gerekenlerinde her nerede olursa olsun, halkı toplayıp boy göstermemesi temennimizdir. Ölüyoruz ama umursamıyorsak, bu bizim cesur olduğumuzdan değildir. Kendimizi düşünmüyorsak geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı düşünmeye mecburuz.
Ters Köşe Olur!
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse MHP lideri Bahçeli “Erken seçim yok” diyor.
Her ikisi de “sonbahar’da seçim olacağını bekleyen boşuna bekler” diyor.
Her ikisi de “Seçimler zamanında yapılacak” diyor…
Ancak…
Gerek Erdoğan ve gerekse Bahçeli, erken seçime hazır olmak için gereken ne ise yapıyor…
Kongreleri yapıp tamamlamak başta olmak üzere erken seçimin emareleri olan ne varya yapılıyor.
Aslına bakacak olursanız, bir erken seçime gidileceğini bir süre öncesine kadar ben de düşünmüyordum.
Fakat…
Gerek Erdoğan’ın ve gerekse Bahçeli’nin sık sık “Erken seçim yok” açıklamalarını duyunca kendi kendime “Valla erken seçim olabilir” diye düşünmeye başladım…
Zira…
Sürekli “Yok” deniliyorsa bu işte bir iş olduğu şüphesi giderek kuvvetleniyor bende…
İşte o zaman geçmişte olduğu gibi “ters köşe olur”
Farklı bir tespit…
Gazeteci Arkadaşımız Murat taşkın’ı ara sıra bu kşemize konuk ederim. Özellikle Fındık ile ilgili güzel tespitleri var okumanızı tavsiye ederek bugünde farklı bir yazısını buraya taşıyorum.
Her ne kadar “rızkın onda dokuzu ticarettedir” diyerek, ümmetin ve milletin üretmek için çaba göstermemesi için bile hadis sahteciliği yapılmasına hâlâ göz yumuluyor olsa da, artık uyanma vaktidir! Ama bunun için çok çalışmak gerektiği de ortadadır. Örneğin, senenin 365 günü var iken, yanına sadece 20-30 gün uğrayarak kazanç sağlamaya çalıştığımız dünya ürünümüz fındıkta olduğu gibi… Bu ülkeye en fazla dövizi (net olarak) kazandıran ürünlerin başında gelen ve son yıllarda değeri de giderek artan fındığı daha çok ve daha kaliteli üretmek, bahçesi olan herkesin boynunun borcudur. Çünkü gerçek manada kalkınmak, şu çok sözü edilen ama gerekleri yerine getirilmeyen “Dünyanın gelişmiş ilk 10 ekonomisi arası girmek” hedefi için fındık gibi dış satımla net döviz sağlayan ürünlerimizin artması gerekiyor. Bunun için fındıkta bu yıl, öyle birilerinin kar ve soğuğu bahane edip, “dondan gömlekten” dem vurmasına bakmayın. Dallardaki halk arasında “fındık gülü” olarak da adlandırılan “kozalak akarı”na bakın. Bu yıl dallarda fındık çotanaklarını bekleyenler, adeta bir dalda 150’in üzerinde yer alacak şekilde sıralanmış kozalak akarlarını yok etmezler ise, kilosu 25 lira civarında olacak fındıkta havalarını alacaklardır. Çünkü kozalak akarları hem bu yıl hem de dal uçlarını kurutarak gelecek yıl da büyük zarar verecektir. Mücadele çok kolay! Evde oturma, televizyonun karşısına geçme ya da boşu boşuna çene çalma yerine, bahçeye gidecek, dallardaki zararlıyı nisan sonuna kadar elle toplayacaksınız. İsterseniz kükürtlü mücadele de yapabileceksiniz. Yapmaz iseniz; fındıkta türüne göre yüzde 30 ile 70 arasında azalmaya razı olacaksınız. Ama ondan sonra da, “Fındık rekoltesi az, fiyat 40-50 lira olsun” diyemeyecek, yapmadığınız mücadele için utanç duyacaksınız.
Benden hatırlatması!
Gelmiş geçmiş!
Adam bara gidip içkisini söylemiş. İki duble attıktan sonra yanındakine dönmüş;
-“Yahu, şu seçimler ve partiler var ya…”
Barmen hemen araya girmiş; “bu barda kesinlikle politika konuşulmaz”
Adam bu kez tam “Şu Fenerbahçe’nin hali” diyecekken, barmen ine atılmış;
-“Bu barda futbol kesinlikle konuşulmaz!”
Adam kafayı bulduğu için hem kızmış hem de sormuş;
-“Peki bu barda seks konuşulur mu?
-“Tabi konuşulur” demiş barmen…
Bunun üzerine adam başlamış konuşmaya; “O halde senin ben gelmişini, geçmişini…”
Gerisini siz düşünün….
Bu Salgın Bitmez!
Tüm siyasetçiler, tüm yöneticiler sokakta iken…
Ev ziyaretleri, çay ziyaretleri yaparken…
Gençlerin ‘evden çıkmayın’ uyarınızı dinlemesini bekleyemezsiniz…
Milletin ‘evde kal’ çağrınıza uyacağını düşünümezsiniz…
Herkes çalışmak zorunda iken…
Sokakların neden dolu olduğunu anlayamazsınız…
İşte Ramazan ayı geliyor…
Olağanüstü kararlar almanın tam zamanı!
Ramazandan sonra artık yaz geliyor…
Ramazanda virüsü durduramazsanız…
Yaz aylarında geçmiş olsun önce Ordu’ya…
Sonra tabiki tüm yurduma!
KISSADAN HİSSE…
Dönem Osmanlı yılları…Herkes rüşvetten şikâyetçi.
Sadrazam (Başbakan) Koca Yusuf Paşa, bürokrasinin tepe isimlerini toplamış:
“Rüşvet almayanlar yemin etsin.”
Herkes yemin etmeye başlamış.
Salonda dönemin ünlü şairi nüktedan Haşmet de varmış.
Sadrazam, Haşmet’e dönmüş:
“Haşmet, sen de önemli görevlerde bulundun. Yemin etmeyecek misin?” diye sormuş.
Haşmet; “Efendimiz. Halk arasında yaygın bir inanç vardır. Yalan yere yemin eden çarpılır. Bekliyorum. Salondakilerden kimse çarpılmazsa ben de yemin edeceğim.”